24 Aralık 2009 Perşembe

Ziya Paşa Şiirleri

Merhabalar;

Bugün sizler için

Ziya Paşa Şiirleri

konusundan bahsedeceğiz.

Başlıca Eserleri

Zafername (1868, düzyazı şiir)
Rüya (ölümünden sonra, 1910)
Veraset Mektupları (ölümünden sonra 1910)
Eş'ar-ı Ziyâ (ölümünden sonra şiir, 1881)
Şiir ve inşa makalesi
Defteri Amal (anı niteliğinde)

14 Kasım 2009 Cumartesi

Ateşten Gömlek ( Halide Edip Adivar ) Kitap Özeti, Roman Özeti

Merhabalar ;

Bu yazımızda Halide Edip Adıvar'ın en güzel romanlarından birisi olan Ateşten Gömlek romanının özetini yayınlayacağız...

İşte Ateşten Gömlek Kitap Özeti ;

Peyami, dışişleri mesleğini seçen bir gençtir. Bacaklarını kaybetmiştir. Hatıralarını yazdığı sıralarda, kafası da açılacak, içeride kaldığı sanılan bir kurşun aranacaktır.

Peyami'nin uzak akrabası olan Ayşe, İzmir'den, onunla evlendirmek üzere İstanbul'a davet edilmiş, ama Peyami istememiştir. Bunu üzerine, onuruna çok düşkün olan Ayşe, bir daha hiç bir zaman Peyami'yle evlenmemeyi aklına koymuştur. Dolayısıyla bir başkasıyla evlenir. Ayşe'nin kardeşi Cemal de subay olan akrabadır. Harbiye Nezaretindeki Binbaşı İhsan ile Mütareke'nin ilk zamanlarından beri çok iyi anlaşmaktadırlar. O sırada hepsi İstanbul'da bulunmaktadırlar. Peyami'nin annesi, Şişli'deki salonuyla o günlerin kibar kadını, tanınmış kadını, söz geçiren bir kadınıdır. Kadınlar arasındaki propagandayı o idare eder. İstanbul'da, çeşit çeşit inanç, türlü türlü çalışma vardır. Özellikle manda taraftarları, ülkeyi bir başka yabancı devletin boyunduruğu altına koymak isteyenler çok çalışmaktadırlar. Bir gün, İzmir'e Yunanlıların çıktığı haberi gelir. Ayşe'nin kocasını, küçük oğlunu, birçok suçsuz insanla birlikte süngülemişler, delik deşik etmişlerdir. Ayşe, İstanbul'a Peyamilere gelir.

Günün birinde, Sultanahmet meydanında büyük bir miting yapılır. Mitinge kadın erkek, çoluk çocuk katılmıştır. Asıl gelenler İstanbul'un arka mahalle insanlarıdır. Minarelerin arasında çok büyük, siyah bayraklar asılmıştır. Orada halk, ülke kurtuluncaya kadar dövüşmeye, sanki and içmeye gelmiştir.

İşte bu büyük toplantıdan sonra İhsan ile Cemal, Anadolu'ya geçerler. Şiddetli bir tifo geçirdikten sonra Peyami ile Ayşe de, bir kağnıya atlayıp Kandıra köylerinde İhsan'a kavuşurlar. Bir çete kurmuşlardır. Ulusal harekete karşı koymak isteyen köylüleri yola getirirler. Peyami'yi, dilbilgisinden yararlanmak üzere, mütercim olarak Milli Müdafaa'ya verirler. Ankara'ya gelir.

Ayşe hemşire olmuş, Eskişehir'e gitmiştir. İhsan, sessiz ve çelikten bir insan gibi, yorulmak bilmeden didinir, çalışır. Hepsi Ayşe'nin, İzmir kızının peşinde, İzmir yolunda ölmeye söz vermişlerdir. Bu sıtmayla, sanki sırtlarına ateşten bir gömlek giymişlerdir. Peyami, büyük bir uğraştan sonra kendini İhsan'ın komutası altındaki birliğe verdirir. İhsan, bir akşam Peyami'ye, Ayşe'yi ne kadar çok sevdiğini anlatır.

İkinci İnönü Savaşı'nda, alayının başında, başını kurşunlara uzatarak ölümü beklemiştir. Metristepe'de göğsünden bir kurşun yiyerek bayıldığı an her şeyin bittiğini düşünmüştür. Çok kan kaybetmiştir. Hastanede yer olmadığı için İhsan'ı bir otelde, küçük bir odaya yatırırlar. Ayşe sabahları gelir, yarasını gözden geçirir, çarşaflarını değiştirir, derecesini alır. İhsan, öğleye kadar hep bununla vakit geçirir. Bir akşam, Ayşe ile, İzmir'e inecekleri günü konuşurlar. İzmir'e ilk giren kendisi olmak şartıyla Ayşe'den kendisiyle evlenmesini ister. Ayşe bu sözü vermeden, mantosunu kapar, kaçmaya çalışır. İhsan, yarasını açarak intihara teşebbüs eder. Ayşe de ister istemez geri dönmek zorunda kalır.

Rastlantılar İhsan'a fena bir oyun oynar. Hava değişimi için Ankara'ya gönderilir. Orada, İhsan'ın isteğine aykırı olarak, bir amca kızını onunla evlendirmeye kalkarlar. İhsan bunu kabul etmez, ama dönüşte, trene binerken amcasının kızına, onu öperek veda eder. İşte kötü rastlantı burada olur; Ayşe, bu olayı görmüştür. İzmir'in kızı, o günden sonra İzmir'den başka hiçbir şey düşünmez olur. İhsan'da yırtıcı bir savaş başlamıştır; dışından düşmanlarla içinden kendi kendisiyle savaşmaktadır. İhsan, bir saldırı sırasında, tırmandığı tepenin en yüksek noktasında bir makineli ateşiyle vurulur, Peyami'nin kolları arasında hayatını kaybeder.
Hemşire Ayşe de bu saldırıda vurulanlar arasındadır. Peyami, bir sedye içinde, bir asker kaputu altında onu bulur. Hemşire gömleği kana bulanmıştır. Sol kaşın üstünden iri bir yara almıştır. Ayşe'nin şehit oluşu üzücüdür: Sıhhiye
Bölüğünde çalışırken komutanın şehit düştüğü haberi gelir. Bunu duyar duymaz fırlar, en ileri hatta kadar koşar, yakalayamazlar. Bir top mermisi parçasının isabetiyle, işte bu sırada vurulur.

Peyami, Ayşe'yi de, İhsan'ı da Gökçepınar'da yan yana gömdürür. Niyeti İzmir'e en önce girip, bunu Gökçepınar'da yatan Ayşe'ye anlatmaktır. Çünkü, Peyami'ye göre Ayşe hiç kimseyi sevmemiştir. Onun seveceği insan, İzmir'e ilk gelecek olan insandır.

Peyami'nin hatıra defteri böyle biter. Ameliyattan sonra, Cebeci hastanesinin iki doktoru bu konuda konuşurlar. Yedek asteğmen Peyami Efendi'nin kağıtları incelenmiştir. Ne İhsan isminde bir alay komutanı bulunmuştur, ne de Ayşe adında bir hemşire. Peyami'nin akrabası da bulunmamıştır. Bunun üzerine iki doktor, hatıra defterindeki olayların, kafasına kurşun girmesinden ileri gelme hayaller olduğuna karar verirler.

13 Kasım 2009 Cuma

Yol Ayirimi Kitabi ( Kemal Tahir )

Merhabalar Saygıdeğer Ziyaretçilerimiz ;

Bu yazımızda sizlere ünlü yazar ve şair Kemal Tahir'in ölümsüz eseri Yol Ayrımı isimli kitaptan bahsetmeye çalışacağız...

Yol ayrımı kitabı 493 sayfa olup esir şehir üçlemesinin çıkarmış olduğu son kitaptır...

Esir Şehir Üçlemesinin son kitabı.Türkiye kurtulmuştur,Kamil Bey de serbesttir artık.Ancak bu serbestlik özlenen huzur ve mutluluğu getirecek midir?

Kitap Atatürk'ün Serbest Fırka'yı kurdurma çalışmalarının anlatımıyla başlıyor.Kitaptaki adıyla Selbes Fırka'nın kurulması demokratikleşme yolunda ilk adımın atılması demek.Bu adım başlarda karışıklığa yol açıyor.

Bu arada Kamil Bey ve arkadaşları beraberdir.Kamil Bey senelerdir kızı Ayşe'yi görmemiştir ve onu görme planları yapmaktadır.Eski eşi Nermin bir doktorla evlenmiştir ve Ayşe de onlarla beraber yaşamaktadır.Kamil Bey,öncelikle eski eşini ziyaret eder ve ona kızını görmek istediğini söyler.Kafasındaki esas düşünce kızının zenginliği bırakıp,yoksul babasına gerçekten isteyerek kucak açmasıdır.Ayşe babasının öldüğünü zannetmektedir.Eşi de öncelikle bir arkadaşının kızıyla görüşüp olayları alıştırarak ona anlatmasını tavsiye eder ve Kamil Bey,arkadaşı Doktor Münir'i yollar Ayşe ile görüşmeye.

Doktor Münir ile Ayşe sohbet ederler.Ayşe Kuvayi Milliyecilere hayrandır ve babasının da bu hareket içinde olduğunu öğrenince çok sevinir ve hemen onunla beraber yaşamak ister.Annesini ve evlendiği adamı bu harekete karşı olduğu için eleştirmektedir hatta.Bu arada Ramiz Bey'in eşi Fatma da ölmüştür.Oğlu Kadir de büyümüş ve delikanlı olmuştur.Ayşe'yi çok beğenmekte ve evlenmek istemektedir.Sonunda bu isteğine kavuşur da.
Bu son kitapta İhsan Bey ve Nedime Hanım'dan bahsedilmiyor.Hatta Kamil Bey'e bile çok fazla yer verilmemiş.Bu kitap, üçlemenin diğer kitaplarından bağımsız olarak okunabilir.Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Türkiye'nin demokratik bir ülke olma yolunda başlattığı ilk adımları anlatan bir kitap olarak bilinir.

12 Kasım 2009 Perşembe

Esir Şehrin İnsanları ( Kemal Tahir ) Kitap Özeti, Roman Özeti

Merhabalar Değerli Ziyaretçilerimiz ;

Bu yazımızda Kemal Tahir'in Esir Şehrin İnsanları isimli romandan bahsedeceğiz..

Kitabın yazarı Kemal Tahir’dir.Kitabın ilk basımı 1956 yılında yapılmıştır.Yazarın Mütareke dönemi aydınlarını anlattığı “Esir Şehir” üçlemesinin ilk kitabıdır.Kısaca Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’daki sivil aydınların durumunu konu edinir.

Ana kahramanlar; Kamil Bey, Nermin Hanım, Ayşe,Fuat Bey, Nedime Hanım, İhsan Bey, Ahmet Bey, Niyazi Ağabey, Ramiz Efendi ve Fatma Hanım’dır. Kamil Bey Abdülhamid’in en zengin vezirlerinden Selim Paşa’nın tek çocuğudur.

Genç yaşta çok büyük bi mirasa konmuş ve hayatının büyük bölümünü yurt dışında geçirmiştir.Nermin Hanım,Kamil Bey’in eşidir.O da bir Paşa kızıdır.Maddi manevi hiç bir zorlukla karşılaşmamış,bolluk içinde yaşamıştır.Ancak babası ansızın öldüğünde kumar borçlarından dolayı varlıkları yağma edilmiştir.O dönemde karşısına çıkan Kamil Bey ile evlenerek hayatını düzene sokmayı amaçlamıştır.Ayşe,Kamil Bey ve Nermin Hanımın tek çocuğudur.İspanyada doğmuştur ve İstanbul’a döndüklerinde altı yaşına gelmiştir.Küçük yaşına rağmen bir genç kız gibi girişken,hoş sohbet ve bilgilidir.Fuat Bey,Kamil Bey’den dört yaş büyük Galatasaray’da beraber okudukları bir tanıdığıdır. Mahir Paşa’nın oğludur.Bağlarbaşı’ndaki köşkün komşusudur.

İhsan Bey ve Ahmet Bey, Kamil Bey’in Galatasaray Lise’sinden sınıf arkadaşlarıdır.Nedime Hanım, İhsan Bey’in eşidir.Niyazi Ağabey; İhsan Bey,Ahmet Bey ve Nedime Hanım’ın Anadolu’ya yaptıkları yardımlar için aracılık yapan en önemli yardımcıları ve güvenilir dostlarıdır. Ramiz Efendi,Mütareke’den sonra savaşa geri dönmemiş ve Anadolu’ya yardım etmek için çalışan bir yedek subaydır.Fatma Hanım,Ramiz Efendi’nin karısıdır. Eğitimsiz ancak son derece cesur ve vatansever bir kadındır
1914 Dünya Savaşı karışıklığından iki yıl kadar sonra Kamil Bey,karısı Nermin ve kızı Ayşe ile birlikte İstanbul’a döner.Savaş yılları süresince yurtdışında mülklerinin bazılarını satarak geçindiği için bir miktar para sıkıntısı çekmektedir.İstanbul’a döneceklerini öğrenen Nermin Hanım’ın halası ve eniştesi israrla kendilerini köşklerinde misafir etmek isterler.Kamil Bey’de kabul eder. İstanbul’a kendilerini getiren vapur Çanakkale’de durduğunda limana inen Kamil Bey İstanbul’un içinde bulunduğu acı durumu daha iyi öğrenme fırsatı bulur.Şehir yangın yeri halindedir.Kuçuk kız çocukları sefaletten kendilerini satmaktadır ve bulaşıcı hastalıklar giderek yayılmaktadır.Vatanın felaketine dayanamayan subay ve memurların bazıları intihar etmektedirler.

Nermin Hanım’ın halası ve eniştesi son derece büyük ve gösterişli bi köşkte oturmaktaydılar.Enişte Bey, işgal kuvvetlerinin ileri gelenleri ile işbirliği içinde olan, gönülden Padişaha bağlı,vatanseverlik duyguları gelişmemiş,her şeye sadece ticaret gözüyle bakan bir insandır.Kamil Bey’i Kerkük’deki topraklarını İngilizlere satması için ikna etmeye çalışmaktadır;ancak Kamil Bey bu emrivakiyi kabul etmez ve en kısa zamanda kendi evine taşınmaya karar verir.

Serencebey’deki konakla,Çengelköy’deki yalı yanmış olduğundan Bağlarbaşı’nda bulunan çok uzun yıllardır bakım görmemiş köşkü tamir ettirerek orada yaşamayı planlar.Köşkün tamiri esnasında eski arkadaşı Fuat Bey’le görüşür ve o’nun başına gelen bir felaket neticesinde yaşamını tamamen değiştirerek bir kadiri dervişi olduğunu öğrenir.

Fuat Bey İtalyan olan karısının, çocuğunu da yanına alarak başka birine kaçması yüzünden çocuğunu da kaybetmiş olmanın acısıyla derviş olmaya karar vermiştir.İki yıllık derviş Fuat Bey’le,iki yıllık yoksul Kamil Bey köskün yeniden yapılmasında kader birliği yaparlar.Birbirlerine hayat görüşlerini anlatarak etkilerler.

16 Mart 1920′de işgal altında olan İstanbul tekrar işgal edildi.İngilizler İstanbul’u ikinci kez işgal ederken Eskişehir ve Afyonkarahisar’daki askerlerini geri çektiler.Osmanlı yanlısı olanlar sanki İstanbul’u Kuvayi Milliyeciler işgal etmişler gibi Anadoluya ateş püskürmekteydiler.Bazaıları içinse son umut Anadoludaydı.Kamil Bey ömründe Yakacık’tan öteye geçmemiş bir İstanbullu olduğundan Anadolu hakkında hiç bir fikri yoktu. ve bu düşünceye bu sebeple katılmıyordu.Anadolu’dan Mustafa Kemal ile ilgili bazı haberler geliyordu.

İstanbul’da aydınlar bazı dernekler aracılığıyla Anadolu’ya yardım gönderiyorlar,subaylar gizlice Anadolu’ya kaçıyorlardı.Kamil Bey vatansever olmanın neyi gerektirdiğine hala karar verememişti.Bu dönemlerde karşısına Galatasaray Sultani’sinden sınıf arkadaşı Ahmet Bey çıktı.Ona arkadaşları İhsan’ın yedek subay olarak harbe gitmiş,beş kere yaralanmış,büyük yaralar göstermiş, esir düşmüş,kurtulup gelince küçük bir sermaye uydurup bi dergi çıkartmaya başlamış, Kuvayi Milliye’yi tuttuğu için mimlenmiş,üzerine işlemediği bir suç atılarak on yıl kürek cezasına çarptırılmış olduğunu anlattı.İhsanın karısı Nedime Hanım’ın dergiyi çıkartmaya devam ettiğini ancak çok zorluk çektiğini söyledi.İhsan Bey’le Ahmet Bey, Kamil Bey’in Nedime Hanım’a yardımcı olabileceğini düşündüler ve bunu Kamil Bey’e Ahmet Bey teklif etti.Kamil Bey’den ilk defa bir fedakarlık isteniyordu,böyle bir hizmeye evvelden beri muhtaçtı.İşi sevinerek kabul etti.Hemen İhsan Bey’i Ahmet Bey’le beraber ziyaret ettiler.İhsan güçsüz düşürüldüğü,mahpusa tıkıldığı halde büyük bir iş yapmakta olduğu belliydi.Kamil hayata girmeye başladığını ve bunun kendisi için iyi olduğunu düşünüyordu.Çıkartılan gazetenin adı Karadayı’ydı.Artık Kamil’de memleketi kavrayan,felakete karşı çıkanların yanında,arasındaydı.Elinde iyi-kötü bir savaş silahı olan bir sorumlu insandı.Nedime Hanımla tanıştı.Nedime Hanım kendisine gazete çıkarmaktan başka işlerde gördüklerini,mimli olduklarını bir çok hafiye ve sivil polisin kendilerini sık sık ziyaret ettiklerini anlattı.Önce onların dostlarını tanıması gerektiğini belirtti bunlardan en önemlisi Niyazi Ağabeydi.Kamil Bey,gazetedeki çalışma ortamını düzeltmek için evden birçok eşyayı oraya taşıttı.Antika bir Buda heykeli satarak elde ettiği parayla işe dört elle sarıldı.Gün geçtikçe Nedime Hanım’ın görüşlerinin,cesaretinin,vatan sevgisinin etkisi altında kalarak ona hayran oldu.Nedime Hanım hamileliği ilerlemiş olmasına rağmen çalışmaya devam ediyordu.Gazete ünlü yazar ve şairlerin toplanıp,memleket meseleleri ile ilgili görüştükleri,buluştukları bir yer haline geldi.Niyazi Ağabey’den biraz bahsetmek gerekirse,kendisi seferberlliğin her cephesinde çarpışmış,Yunan’a ilk kurşunu atanlar arasında olan biridir.Oğlu rum çetelerince öldürülmüş, kızının ise ırzına geçilmiştir.Karısı Anadolu’da kaybolmuş, düşmana duyduğu kin duyduğu kin öylesine artmış ki nerede tehlikeli bir iş sezse hizemete koşar hale gelmiştir.İhsan,Nedime,Ahmet ve Kamil Bey ona sonuna kadar güvenirdi.

Bir gün Ahmet Bey perişan bir şekilde gazeteye geldi ve acilen 50bin liraya ihtiyacı olduğunu,bin ton cephanenin Anadoluya gönderilmek üzere zorluklarla gemiye yüklendiğini,pazarlıkta önce 11bin lira istendiğini ancak daha sonra Rozalti isminde birinin fiyatı 50bin liraya çıkardığını,eğer aradaki farkı bulup veremezse halkın parası olan 11bin liranında yanacağını anlattı.Hiç birinde metelik yoktu,borç alabilecekleri herkesi düşünüdler;ama hiç umut yoktu.Kamil Bey nakliye şirketinin direktörünü tesadüfen,Enişte Bey’in evinde tanıdığını hatırladı ve son çare olarak onunda görüşmeye gitti.Direktör Fransızdı,Kamil Fransızlar’ın her çeşit vatanseverliği hoş görürlülük ile karşılayacağını düşündüğünü söyleyerek durumu açıkca anlattı.Direktör zaten taşıma ücretinin 11bin lira olduğunu aradaki fazkın Rozalti tarafından istenmiş olabileceğini tahmin ederek onlara yardım etmeyi kabul etti.Gemi sefere çıktıktan sonra Rozalti’nin işine son verdi.

Nedime Hanım’ın rahatsızlanarak eve gittiği bir gün Niyazi gazeteye gelerek acilen Nedime ile görüşmesi gerektiğini söyledi.Kamil,Nedime’nin rahatsız edilemeyecek kadar hasta olduğunu,ne gerekiyorsa kendisinin yapacağını;artık kendisine güvenebileceklerini söyledi.Niyazi çok önemli bazı evrakların Karadeniz postası yapan Gülcemal vapuruna teslin edilmesi gerektiğini;ancak Ahmet’in bir gece evvel tutuklandığını,evrakların Nedime Hanım’da olduğunu söyleyerek sadece Nedime ile bu işi halledebileceğini anlattı.Kamil aniden aklına gelen bir yalanla Nedime’nin adada yakınlarının yanında olduğunuve ancak kendisinin ona ulaşabileceğini söyledi. Niyazi bu durumda mecbur kalarak detayları açıklamak zorunda kaldı.Niyaziyi atlatan Kamil karışık yollardan Nedime’nin evine ulaşarak durumu anlattı Nedime evrakları vapura kendisi teslim etmek istediğini,bu işe karışmamasının daha iyi olacağını söyledi.Kamil Nedime’yi de kendisinin güvenilir olduğuna ikna etmeyi başardı.İlk kez bu kadar büyük bir iş yapabileceği için kendini şanslı hissediyordu.Bir çok zorlukdan sonra gayet önemli belgelerle dolu kuru üzüm sandığını Tophane rıhtımında,Gülcemal vapurunun kahvecisi Ramiz Efendi’ye verirken suç üstü yakalandı.

Uzun ve yorucu sorgularda kendisine bir paşa oğlu olduğu için iyi davranıldı.Tüm suçlamaları inkar etti,belgeleri bilmediğini,Ramiz’i tanımadığını söyledi.Sorgulamayı yapan yüzbaşı Nedime Hanım’ın elebaşı olduğunu bildiklerini, kendisini uzun süredir takip ettiklerini,itiraf ederse babasının hatırı için kendisini affedeceklerini söylesede Kamil Bey kessinlikle bunu kabul etmedi,sonuna kadar Nedime Hanım’ı korumaya devam etti.Yüzbaşı arkadaşlarından birinin Nedime Hanım hakkında tüm bilgiyi verdiğini,Ararat vapurunda kaçırılan cephane işi içinde onun sorumlu olduğunu bildiklerini söledi.Kamil Bey gemide cephane olduğunu bilmediğini, ilaç ve hastane malzemesi yüklü olduğunu sandıklarını bunun için Fransız direkötöre kendisinin aracı olduğunu,Nedime Hanım’ın suçu olmadığını söyledi. Yüzbaşı Nedime’nin özellikle rahatsızlanarak adaya gittiğini evrakları teslim etmesi için Kamil’i kullandığını söyledi.Bunları ispatlamak için bir şahitleri olduğunu da belirtti.Her şeye rağmen Kamil,inkara devam etti.Şahitle yüzleştirilmesini istedi. Askerler şahidi getirdiler.Kamil içeri gelen bu perişan insanı tanıyamadı.Bu Ahmetti. Ahmet inanılmaz işkencelere maruz kalmıştı.Yüzbaşının söylediği her şeyi kabul etti.

Bütün suçun Nedime Hanım’ın olduğunu söyledi.Kamil çılgına döndü,o anda aklına gelen ilk yalanı söyleyerek,Ahmet Nedime’ye aşıktı,kendisi tutuklanınca Nedime’nin dışarda olmasına dayanamadı ve kıskançlıktan bunları uyduruyor diyerek saldırdı. Ahmet her şeyi olduğu gibi bunu da kabul etti ve o akşam hapiste intihar etti.Kamil Nedime’nin adaya gitmedi hikayesini sadece Niyazi’ye söyledği bir yalan olduğunu bildiğinden gerçek ihbarcının o olduğundan emindi;ama yinede Ahmet’i de affedemedi.Eşinin eve gelmemesinden meraklanan Nermin,hala ve eniştesinin yardımıyla Kamili buldu ve görüştüler.Nermin Hanım,Kamil’i hiç anlayamıyordu. Kendisinin ve kızının perişan olduğunu,eniştesinin yardımcı olduğunu ve artık işbirliği yapması gerektiğini söyledi.Karısının Padişah yanlısı tutumu,kızının özlemi,Kamil!in direncini kırıyordu.Fakat kutuyu teslim ederken yakalandığı Ramiz Efendi ile yaptıkları arkadaşlıkda,onun cesaretinden,karısı Fatma’nın vatanseverliğinden,tüm cahilliğine rağmen kocasını Anadolu’ya yardım etmek için yüreklendirmesinden öylesine etkilendi ki kendinden utandı ve kararından dönmedi.Son bir teklifle kendisine Roma Elçiliği’nde baş katip olması ve Nedime Hanım hakkında bilgi verdikten sonra hiç bir yüzleştirmeye ve mahkemeye çıkarılmadan yurt dışına gönderilmesi tekilf edilmesine rağmen kadını korumaya devam etti.Ramiz’e de Kamil alehinde ifade vermesi için baskılar yapıldı ama o hiç oralı olmadı.

Bu arada İnönü Zaferi’nin haberi bir bayram sevinci gibi İstanbul’a ulaştı.Mahkemede Ramiz beraat etti,Kamil Bey,yedi yıl kürek cezasına mahkum oldu.Ramiz Efendi,Kamil Bey’in elini öptü ve “Yanlızca sizin elinizi öpmedim,bütün kahramanların ellerini öptüm.İnönüde ölenlerin,sakat kalanların,mahpus yatanların.İşin sonuna geldik,buradaki misafirliğiniz çok çok birkaç ay sürer,ben Anadolu’ya geçsemde Fatma Hanım mutlaka size gelir, ömrümün sonuna kadar minnetle hatırlayacağım.”dedi.Ramiz Efedi çıktı.Kapı kititlendi.

11 Kasım 2009 Çarşamba

İlk Gazeteler

Merhabalar ;

Sizlere bu yazımızda ilk gazeteler ( ilk özel gazete, ilk resmi gazete, ilk yarı resmi gazete vs. )'den bahsedeceğiz.

İşte edebiyatımızdaki bazı ilk'ler...

Türkiye’de gazete ve gazetecilik yolunda atılan ilk adım Takvim-i Vakayi’nin çıkarılması olmuştur. Niyazi Berkeş her ne kadar basın hareketinin Takvim-i Vakayi ile başlamadığını ifade etse de bu konuda araştırma yapmış olan isimlerin büyük çoğunluğu basın tarihini Takvim-i Vakayi’nin çıkarılması ile başlatmaktadır. Bu nedenle ilk olarak Takvim-i Vakayi’nin incelenmesi gerekmektedir.

Takvim-i Vakayi:

Basın tarihimizi 1 Kasım 1831’de “Takvim-i Vakayi”’nin çıkması ile başlamıştır. Ancak bu gazete devletin resmi organı olup diğer ülkelerde olduğu gibi meydana gelmiş bir milli fikir hareketinin gereği olarak ortaya çıkmamıştır.

O tarihlerde memleketin kültürel seviyesi şahısların gazete çıkarması için müsait değildir, hatta özel matbaalar bile yoktur.

Takvim-i Vakayi’nin çıkarılmasından önce, II. Mahmut döneminde ülkede iç ve dış siyasette büyük karışıklıklar yaşanıyor olup, var olan düzenin yenilenmesi için çabalar sarfedilmekteydi. Osmanlı-Rus savaşları, Osmanlı-Fransız ilişkileri, Sırp ile Rum isyanları, Yeniçeri ocağının kaldırılması, askeri alanda yenilik girişimleri vb. olaylar ülkeyi yıpratmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu karışık devresinde II. Mahmut, devletin düzenlenmesinde kamuoyunun görüşlerinin öneminin farkındaydı ve araç olarak basının öneminin farkındaydı.

Bütün Osmanlı vatandaşlarının yurt içinde ve dünyada olanları öğrenmesi, yabancıların Osmanlı yönetiminin resmi görüşünü öğrenmesi, yanlış haberlerin engelleyerek iç huzurun bozulmasını önlemek, fen, sanat, sanayi ve ticarete dair bilgilerin yaygınlaştırılıp halkın yararına sunulması, devletin icraatının herkesçe bilinip buna uyulması sayesinde devlette birliğin sağlanması gibi amaçlarla 1 Kasım 1831 tarihinde Takvim-i Vakayi yayınlanmaya başlamıştır.

Bu amaçlarda özellikle iki yön dikkat çekmektedir. Birincisi geleneksel yaklaşımla padişaha bağlı devlet yönetimi görüşüyle olayları yansıtmak, bu görüşle toplumu eğitmek ve tartışmalara son vermek, ikincisi ise tartışmayı düşünmemeye karşılık batı anlamında çok geniş kapsamlı (ticari, fen, kültür vb.dahil) bir kamuoyu eğitilmesi söz konusudur.

İlk Türkçe gazete olan Takvim-i Vakayi’nin çıkarılması için “Takvimhane-i Amire” adıyla yeni bir matbaa ve idare etmek üzere de “Takvimhane Nezareti” kurulmuştur. Nazırlığına ve gazetenin çıkarılmasına bakmak üzere tarihçi “Esat Efendi” görevlendirildi. Haber toplamak üzere iki muhabir görevlendirilmiş olup gazetenin çıkarılması için hiçbir fedakarlıktan çekinilmemiştir.

Çıkarılacak olan gazetenin adının anlamlı, dikkatli ve söylenişi kolay bir isim olması gerekiyordu. Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesine verilen Takvim-i Vakayi adı konusunda ilk kayıt dönemin vakanüvisti Lütfi’nin tarihinde bulunmaktadır. Bu konu ile ilgili çalışmalar yapanlar Lütfi tarihine dayanarak, Takvim-i Vakayi adının bizzat II. Mahmut tarafından bulunup gazeteye verildiğini tekrarlamışlardır. Ancak Takvim-i Vakayi adı şu şekilde seçilmiştir: Serasker Hüsrev Paşa bir lahiya hazırlamış ve bunu Bab-ı Ali’ye sunmuştur. Paşa bu layiha sırada yayınlanacak evrakın genel adının gazete olmakla birlikte bunun Osmanlı Devleti’nde layik bir isimle değiştirilmesi gerektiğini belirtmiş ve layihasına Avrupa’da çıkan gazetelerin isimlerini ve verilebilecek Türkçe isimleri de eklemiştir. Bab-ı Ali’de çıkacak gazete ile ilgili olarak ileri gelenlerin katıldığı bir toplantı yapılmış ve burada diğer kurullarla ilgili olarak isim konusu da ele alınmıştır. Hem bütün ülke ahalisinin hem de Avrupalılar tarafından beğenilebilecek bir ismin bulunması vurgulanarak paşanın bulduğu isimlere yeni ilaveler yapılarak padişaha sunulmuştur. II. Mahmut bu kanunun yeniden görüşülmesini istemiştir. Bunun üzerine Serasker Paşa, Sedaret Kev makamına gönderdiği tezkerede “Havadisname” adının verilebileceğini, ayrıca da Esat Efendi’nin tesbit ettiği isimler pusulasını göndermiş ve Padişah Esat Efendi’nin pusulasındakı “Usul-i Hayriye” ve Takvim-i Vakayi isimlerinden birinin seçilmesini istemiştir. Bunun üzerine “Takvim-i Vakayi” adı saçilerek II. Mahmut’un, “Çünkü Takvim-i Vakayi tabir olunması her ne tarafa müteallik ise münasebet olacağından tensib olunmuş bu suretde al vechile tesmiye olunsun” ibaresini taşıyan hatt-ı hümayunu ile Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesinin ismi belirlenmiştir.

Takvim-i Vakayi ilk defa 1831’de, daha sonra 1891’de ve son olarak da II. Meşrutiyet döneminde yayınlanmıştır. Gazete resmi ve gayr-ı resmi olmak üzere iki kısımdan oluşmaktaydı. Resmi kısım devletin iç işlerinden, gayr-ı resmi olan kısım ise duyulan haberler, endüstri ve ticarete ait haberlerden oluşmaktaydı. Gazete için bir abone kayıt defteri düzenlenmiş olup buna göre; merkezdeki yüksek devlet memurlarıyla, askerler, ulema ve diğer ileri gelenlere birer, taşralarda merkez kazaların ileri gelenlerine ve memurlara verilmek üzere onar, diğer kazalarda hakim ve ayan-ı memlekete verilmek üzere ikişer gazete gönderilecektir. Bir senelik abone ücreti peşin alınacak olup, ayrıca kendiliğinden isteyenlerde ücreti ile abone edileceklerdir. Gazete bütün ülkede devlet haberleşmesini temin amacıyla görev yapan tatarlar vasıtasıyla taşınmıştır. Ancak düzensiz çıkış, gazetenin postaya intikalini ve dolayısıyla ülke içindeki dağılımını olumsuz etkilemiştir.

Takvim-i Vakayi’nin yayımına memur edilen kimseler, özellikle ilk zamanlarda, medreseden yetişmiş oldukları için, gazeteye konulan yazılar ve ağdalı ve anlaşılması güç cümlelerle dolu idi.

II. Mahmut ise gazetedeki dilin sadeliğine önem vermiş, gazetenin yöneticisi konumunda olan Vaknüvis Esat Efendi yaptığı bir gezinin notlarını gazeteye basılmadan önce kendisine sunulduğunda ondan şöyle bir cevap almıştır:

“Vakıa pek güzel ve sanatlı kaleme alındığına diyecek yok ise de bu misüllü umuma neşr olunacak şeylerde yazılacak elfazın (sözler) herkesin anlayabileceği surette olmak lazımdır” demiştir.

Takvim-i Vakayi’nin yayınlanma amacı dikkate alındığında, devletin yaptıklarının, yapacaklarının, hatta düşüncelerinin neden ve niçinleriyle birlikte topluma aktarılabilmek için Fransızca, Arapça, Farsça, Rumca ve Ermenice olarak da yayınlanmıştır.

Fransızca olan gazetede ki amaç Avrupa konumuna ve etkili güçlere ulaşmak amacını taşırken, öteki dillerde yayınlanan gazeteler ise Osmanlı içerisinde yaşanan ve yaygın olan diğer tebaaya ulaşmak hedefini gütmektedir.

Bu dillerde çıkan Takvim-i Vakayiler her zaman Türkçe nüshanın aynısı olmayıp hitap edilen gruba göre haberlerin içeriği ve sırası değiştirilmiştir.

1839’da “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” adı altında okunan Tanzimat Fermanı, Takvim-i Vakayi ilave olarak “Varakai-i Mahsusa” adıyla basmıştır. Sadrazam olan Mustafa Reşit Paşa gazetenin haftada bir yayınlanması için bir irade çıkarmıştır.

Tanzimat devrinde yabancı gazetelerden tercümeler, fizike ait bilgiler konulan gazete Ali Paşa’nın sadaretinde önemini kaybetmiştir. Kırım Savaşı sırasında 18 sayı çıkarabilen gazete bu savaşa dair haberleri Varaka-i Mahsusa adı ile ilave olarak verebiliyordu.

1860’a kadar yayını bu şekilde sürdüren gazete tamamen resmi bir niteliğe bürünmüş ve sadece devletle ilgili belgelerin, tüzüklerin yayınlandığı resmi bir gazete haline gelmiştir. 1879 ve 1892 yıllarında gazetede ki dizgi yanlışlığından dolayı kapanan gazete II. Meşrutiyet döneminde yeniden çıkmaya başlamış ve Kasım 1922 yılında 4609 sayı ile yayını sona ermiştir.

Ankara’da kurulan T.B.M.M. Hükümetinin resmi gazetesi olarak 07.10.1920 tarihinde yayınlanmaya başlanan Ceride-i Resmiye, Takvim-i Vakayi’nin devamı olarak kabul edilmektedir. Ceride-i Resmiye adı 02.11.1922’de Resmi Ceride olmuştur. Resmi Ceride adı da 02.01.1928 tarihinde Resmi Gazete olmuş ve o tarihten beri bu ad ile yayınlanmaktadır.

Ceride-i Havadis

Basın tarihimizde Takvim-i Vakayi’den sonra çıkarılan ikinci gazete Ceride-i Havadis olmuştur.

William Churchill adında İngiliz bir tüccar, Kadıköy’de avlanırken, Defterhane katiplerinden Necati Efendi’nin oğlunun yaralanmasına sebep olmuş ve hapsedilmiştir. Ancak ülkedeki yabancılara geniş haklar ve dokunulmazlıklar tanındığından, İngiliz elçisinin müsadesiyle Churchill hapisten kurtarılmış, Hariciye Nazırı Akif Paşa görevinden alınmıştır. Bunların yanısıra Churchill’e pırlantalı bir nişan, on bin kantarlık bir zeytinyağı fermanı ve bir de Türkçe gazete çıkarma izni verilmiştir.

Olay 1836 yılında olmuş ancak Churchill gazete çıkarma iznini kullanmakta acele etmemiştir. Çünkü Hariciye Nezaretinden alınan Akif Paşa, Dahiliye Nazırlığına getirilmiştir. Bu nedenle gazete 1840 yılında gazetesinin adını “Ceride-i Havadis” olarak çıkarmaya başlamıştır.

Ceride-i Havadis ilk nüshasında; “Tevarih aşina olanların malumları olduğu üzere alelumun hüner ve maarifin tezayüt ve tekessürüne, nüsahı gayrı adidesi afaka müneşir olan ve güne gün ihbarat ve hadisatı nafrayı cami bulunan gazete evrakının dahi medarı küllisi olduğu cayi iştibah değildir ve herkes bu makule gazeteleri okudukça sair memalikte vuku bulan ahval ve keyfiyata kesbi vukuf ve malumat ederek eshercihet faidement olurlar” diye hem gazeteyi hem de gazetenin faydalarını anlatmaya çalıştı.

Biraz içeriğinin kuvvetsizliği, biraz Takvim-i Vakayi’nin bıraktığı etkiyle ve biraz da eski idarenin bilerek uyuşturduğpu halkın kültür seviyesindeki düşüklüğü nedeniyle bu gazete ilk yıllarında pek rağbet görmedi. Bu durumda gazeteyi kapamak zorunda kalan Churchill, hükümetten ayda 2500 kuruş tutarında yardım yapılmasını sağlamış ve tekrar yayınlanan gazetenin durumu iyiye gitmeye başlamıştır. O tarihten sonra Ceride-i Havadis yirmi yıl süre ile devletin yarı resmi organı haline gelmiştir.

Gazetedeki yazılar Avrupa’daki olayları, Amerika, Hint ve Çin’de meydana gelen garip olaylara aitti. Okuyucuları o zamanın İstanbul aydın sınıfı, devlet memurları ve valilerdi.

Gazete dışarıdan ilan kabul edip, dış ülkelerde muhabirleri de vardı. İskenderiye’den havadis gönderen gazeteci gazetecilik tarihimizdeki ilk muhabirdir. Haberler iç ve dış olarak iki bölüme ayrılmıştı. Dış haberler Avrupa olaylarının tercümeleri idi.

Ceride-i Havadis haftalık gazete olup, şekli, basılış tarzı, yazısı ve içeriği bakımından Takvim-i Vakayi’ye benzemekteydi.

Bu gazetede diğeri gibi düzenli olarak basılamıyordu. Ancak Kırım Savaşı gazeteye yaramış W. Churchill İngiliz gazetelerinin muhabiri sıfatı ile savaş meydanlarından gönderdiği haberler Ruzname-i Ceride-i Havadis veya sadece Ruzname isimli ilaveler şeklinde basılmıştır.

W. Churchill, 1864 yılında ölmüş gazetesi oğlu Alfred Churchill’e geçmiştir. A. Churchill Ceride-i Havadis’i 1864 tarihinde kapatarak daha önce ilave olarak verilen Rüzname-i Ceride-i Havadis’i günlük hale getirmiştir.

Bir İngilize ait olmakla beraber Ceride-i Havadis ve Ruzname’nin yayınları Türkiye aleyhine olmamıştır.

Türkiye’de yayınlanan ikinci gazete olması bakımından önemli olan bu gazete yukarıda bahsettiğimiz özelliklerinden dolayı yarı resmi gazetelerdir.

İlk Gazeteler

10 Kasım 2009 Salı

Çalıkuşu Kitap Özeti, Roman Özeti, Çalikuşu Kitabının Özeti

Çalıkuşu Kitap Özeti, Roman Özeti, Çalikuşu Kitabının Özeti

Feride küçük yasdayken annesi ölen , babasinın da onunla fazla ilgilenemediği için büyükannesinin yaninda büyümüstür. Okul yaşına gelince Feride’ yi bir Fransiz kiz yatili okuluna yollamislardir. Feride neseli, zeki, çok asi, çok hareketli bir kizdir. Firsat buldukça bir erkek gibi agaçlara tirmanip daldan dala atladigi için ögretmenlerinden biri onu çalikusuna benzetmis, sonra da bu benzetme, onun adi olarak kalmistir.

Babasinin da ölmesi üzerine Feride’ nin, yakini olarak sadece bir teyzesi kalmistir. Feride, okulun tatillerini her zaman teyzesinin evinde geçirmektedir.Bu teyzenin Kamuran adli, Feride’ den büyük bir oglu vardir. Kamuran Feride’ den agir basli, kiz gibi bir erkekdir. Bu yüzden Feride sürekli onla dalga geçmektedir. Fakat bunlarin arasinda Kamuran, Feride’ yi farkinda olmadan büyük bir askla sevmeye baslamisdir. Bu sevgi bir sure sonra karsilikta görür. Feride de Kamurana karsilik vermektedir. Feride’ nin teyzeside bu durumu çok istedigi için, Feride okulunu bitirdikten sonra iki gencin evlenmeleri kararlastirilir.

Dügün hazirliklari tamamlanmak üzereyken, bir gün kadinin teki çika gelir ve Feride’ ye Kamuran’ in Avrupa’ da bulundugu sirada orda bir kizla ask yasadigini söyler. Bu durum Feride’ yi çok etkilemistir. Feride bunun sonucunda gururuna yenilir ve derhal teyzesinin evinden uzaklasir, izini kaybettirir. Bu yüzden evlenmede gerçeklesemez.

Feride nereye gidecegini düsünürken onu çok seven süt annesi aklina gelir ve oraya gider. Süt annesi onu görünce çok sevinmistir. Feride bir süre süt annesinin evinde kalir. Süt annesini daha fazla rahatsiz edemeyecegini ve yanindaki paranin da ona yetmeyecegini bilmektedir. Basvurularinin sonunda Anadolu da bir ilkokul ögretmenligi elde eder. Simdi o hayat dolu hiçbir seyi umursamayan genç kiz artik bir ögretmen olmustur. Feride Anadolu’ yu hiç yadirgamaz. Bir köyde ögretmenlige baslar. Bu köyde Feride yaptigi her seyi günlügüne yazmaya baslar.

Bir zamanlarinin hayat dolu asi genç kizi simdi hayati tanima yolundadir.hiç istemediği halde agir basli olmayi ögrenmistir. Ama basina gelen bunca seye rahmen kötümser degildir. O köydeki fakir olan ögrencilerini çok sevmistir. Ögrencilerinin her biriyle ayri ayri ilgilenmek ona büyük bir zevk vermektedir.

Bir süre sonra okul da kapatilir. Issiz kalan Feride baska bir yerde ögretmenlik yapmak için basvurmak amaciyla ile gider. eski bir okul arkadasina rastlar ve onunla Fransizca konusur, bu olayi görünce, Feride’ yi merkezde kiz ögretmen okulunda fransizca ögretmeni olarak görevlendirir. Feride fiziki olarak çok güzel bir kizdir ve bu fiziki güzelliginin burda çok fazla göze çarpmasi Feride’ yi endiselendirir. Ayrica Feride’ nin ögretmenlik yaptigi okuldaki müzik ögretmenide Feride’ ye karsi büyük bir ask duymaktadir. Fakat bu ask bir ümitsiz vakadir. Bu olay ayrica dedikodularada yol açmistir. Bu durum ise Feride’ yi endiselendirmektedir. Bu yüzden tayinini ister. Böylece birkaç yer dolasir. Bir surede Izmir’de varlikli bir ailenin kizlarinada özel ders verir. Fakat Feride’ nin gittigi her yerde muthis fizigi ve güzelligi basina dert açmaktadir. Feride’ bu güzelligi ve yalnizligi çok kisinin dikkatini çekmektedir.

Feride daha Zeyniler’deyken bir askerin yaralanmasi ve oraya getirilmesi sirasinda doktor Hayrullah Beyle tanismistir. Doktor, Feride’ ye bu kadar güzel bir kizin böyle bir yerde ne aradigini, kesinlikle bir ask meselesi yüzünden gelmis oldugunu söylemis Feride ise bunu reddetmistir.Yillardan sonra tekrar Kusadasin’ da bulusurlar.Bu sirada Feride’ nin okulu kapatilip hastaneye çevrilmistir. Feride artik doktorun himayesine girmistir. Bir hasta bakici gibi doktora yardim etmistir. Doktor Feride’ yi ve artik büyümüs olan Munise’ yi kendi öz kizlari gibi sevmektedir. Ancak bu sirada doktor bir gün agir hastaligi olan birine bakmaya gittigi zaman Munise agir bir sekilde hastalanir. Doktor dönesiye kadar kiz yavas yavas, aci çeke çeke ölür.

Feride, Munise’ nin ölmesinden sonra kendini kaybedecek sekilde hastalanir. Günlerce doktorun evinde yatar. Iyilestigi siralarda doktor ne kadar yasli olursa olsun ikisi için bir söylenti cikmistir. Bu da o zamanin sartlarindan dolayi olmustur. Kasabayi türlü dedikodular alip götürmektedir. Bekar bir erkegin evinde genç güzel ve bekar bir kadinin olmasi cok fazla dedikoduya yol açmistir. Doktor bu dedikodulardan kurtulmak için çok pratik bir yol bulmustur. Feride’ yide zorla ikna ederek evlenmislerdir. Ancak tabiki bu evlilik sadece kagit üzerindedir ve dedikodularin bitmesi içindir. Feride doktoru babasi gibi sevmektedir. Doktor, Feride’ nin defterini bulmus ve bastan sona kadar okumustur. Feride’ nin her seye ragmen Kamuran’a sevdigini ögrenmistir. Gizli arastirmalar yapar. Kamuran bu zaman içinde evlenmis ve esi olmüstür. Simdi dört yaslarindaki çocugu ile yasamaktadir. Doktor, Kamuran’a bir mektup yazar ve bu mektupta Kamuran’ a bütün olan biteni anlatir. Feride’ ise bu sırada defterinin kaybolduğunu sanmaktadır ve defterini bütün aramalarına karşın bulamamıştır. Doktor yazdığı mektupla defteri ve bazı belgeleri paket haline getirmistir. Feride’ ye ölümünden sonra bu paketi Kamuran’ a götürmesini vasiyet etmistir.Doktor zaten oldukça yaslidir bu yüzden kisa bir süre sonra da ölür.

Feride, doktorun ölümünden sonra, hem paketi teslim etmek hem de çok özledigi teyzesini görmek üzere, Tekirdagi’ na teyzesinin yanina gider. Niyeti orda fazla kalmamaktir. Paketi teslim edip bir iki gün kalip Kusadasi’ na geriye dönmektir. O günlerde ne rastlanti ki dinlenmek icin Kamuran’ da tekirdagi’ na gelmistir. Feride paketin içinde neler bulundugunu bilmemektedir. Bunun içinde neler bulundugunu bilmedigi paketi teslim eder. Ama doktorum öldügünü onlardan gizlemistir. Böylece Kusadasin’ da doktorun yasadigi bahanesiyle zorlanmadan geriye dönebilecegini ummaktadir. Fakat umdugu gibi olmaz teyzesi bu paketi Feride gitmeden bir gün önceden Kamuran’ a verir. Kamuran o gece kardesiyle birlikte defteri okur. Böylece, Feride’ nin kendisini hala sevmekte oldugunu anlar. Hemde doktorun tembihlerini ögrenir. Kendisiyse, Feride gittiginden beri Feride’ yi unutamamistir ve hala sevmektedir.

Feride, yeterince kaldigini ve geri dönmesi gerektigini söyleyerek yola çikmak üzere hazirlanir. Kusadasi’ na dönmek, Feride’ yi cok fazla üzmüstür. Ama bu durumunu etrafindakilere hiç belli etmemektedir. Bunu etrafındakilerin anlamasini istemez. Feride’ yi götürecek araba gelir. Fakat bu bir oyundur. Kamran ve kardesinin hazirladigi bir oyundur. Feride arabaya yaklastigi zaman arabadan birden Kamuran iner ve feride’ yi kucaklar. Zaten tüm ev halkida Feride’ nin tekrar yuvadan uçmasini istemiyorlardir. Bunun için tüm ev halki elbirligi yapmistir. Feride’ nin tüm istemiyormus gibi davranmalari olmaz demeleri falan bosadir. Kirik dökük kelimelerle bu oyundan kurtulmaya çalismistir ama nafile kurtulamamistir. Çünkü, Kamuran artik kararlidir ve ikinci bir gaflete düsmeyecektir. Bunu Feride’ yede onu bir daha kaybetmeyi göze alamayacagini ve onu su an bile deliler gibi sevdigini söyler. Çalikusu, bir mutlulukla ve huzurla kendini Kamuran’ in kollarina atar.